Araştırmacılar yapılan çalışmalara rağmen hala okyanusların ne hızda ve ne kadar yükseleceğini bilmiyorlar.
2007’de düzenlenmiş olan Devletlerarası İklim Değişimleri Panelinde (IPCC), öncü bilim adamları bu yüzyılın son on yılında deniz seviyelerinin 18 ila 59 santimetre arasında yükseleceğini öne sürerek çarpıcı ve fırtına etkisi yaratan bir gündem oluşturmuştu. Bazı bilim adamları için ise Grönland ve diğer bölgelerdeki erime hızının ışığında en üst limitin iyimser olduğu kanısı vardı.
Şimdi bakıldığında ise bu panelin sonuçları günümüzde hiçbir eşitliğe sahip değil. Bunun esas sebebi de bazı bilim adamlarının tahmin ettiği gibi, Grönland ve Antartika’daki buzların erime hızını, o zamanlar da var olan modellerle netliğe kavuşturamamaktan geçiyor. Öyle ki 2009 itibariyle gözüküyor ki bu tahminlerin hepsi yeni tahminlerin gerisinde kalıyor.
Eylül ayında yayınlanan IPCC’nin yeni özetini incelediğiniz takdirde de görebileceğiniz gibi yeni çalışmalarda bilim adamları daha emin adımlar atmaya çalışmış. Akıntı değişimlerinden, Antartika buzulunun üst katman kalınlığına kadar birçok etken incelenmiş. Şu anda var olan analiz tahminlerine göre ise 2100 itibariyle 0,53-0,97 metre arasında ortalama bir artış bekleniyor. Bu tahminler en olasılıklı olanlar. Bu aralığın üstüne çıkılmasının mümkün olduğu belirtilen raporda, böyle bir durumda ise yine Antartika buz şeridinin deniz tabanlı sektörlerinde yaşanacak bir çökmenin ana neden olacağı vurgulanıyor.
Ne kadar hızlı yükselecek?
Stefan Rahmstorf, Almanya’daki İklim Etkilerini İnceleme Enstitüsü Postdam’dan fiziksel okyanus bilimci, kullanılan standart modellerin etkilerinden rahatsız olmuş. Bu rahatsızlığın bir kaynağı da 2007 yılında yaşananlar. Diğeri ise tüm deniz seviyesinde yükselmeye sebep olan modelleri üst üste eklense bile 1961’den 2003’e kadar olan gözlenmiş değişimlerin ancak %60’ına ulaşılabiliyor olması.
Bu yüzden Rahmstorf tamamıyla farklı bir model edinmeye karar verdi.1880’li yıllardan bu zamana olan yıllık deniz seviyesi artışıyla o dönemlerdeki hava sıcaklıklarını eşleştirdi. Böylece basit bir bağlantı kurmuş oldu: Ne kadar sıcak olursa o kadar çabuk deniz seviyesi artışı olur. 2007 yılının IPCC’inde değerlendirme için çok geç kalan modeli 2100 itibariyle 1,4 metrelik bir deniz seviyesi artışı gösteriyordu; bu IPCC’nin o yılki rakamlarının iki katından bile fazlaydı.
Bunlar gibi “Yarı deneyimsel” modellerin avantajları vardır: model olarak, gerçekleşmiş bir artışı ele alırlar ve nasıl ve neden anlayışına gerek duyulmaksızın inceleme sağlarlar. Fakat bu tarz modellerin ne kadar daha yaşayabileceği bilinmiyor; çünkü artık etkin roller eriyen buz kütleleriyle ilişkili olmaya başladı.
Sıra tahmin yürütmeye gelince model seçiminin büyük sonuçları var. İşlem modelleri bir metreden biraz daha az bir artışın 2100 itibariyle gerçekleşeceğini söylese de, yarı deneyimsel modeller bir ve iki metre aralığında bir atıştan söz ediyor ki bu da 187 milyon insanın evsiz kalması anlamına geliyor. Tartışma konusu olsa da IPCC’nin bu modellere çok az güveni var.
2007’den beri işlem tabanlı modellerin gelişmesiyle birlikte okyanusa ne kadar ısının düştüğü ve ne kadar yer altı suyunun okyanusa ulaştığını bilebiliyoruz. Böylece gözlemsel artışı açıklayabiliyoruz. Fakat bu net bir ayraç değil; halan bu modellerde çözülmesi gereken konular var. Özellikle iş Antartika ve Grönland buz kütlelerine gelince, ne kadarının eriyip okyanusa karışacağının ya da nasıl davranacaklarının bilincinde değiliz. Genel olarak baktığımızda ise şöyle bir gerçekten bahsediyoruz, bu buzulların erimesiyle tüm dünya çapındaki buzulların 0,4 metrelik yükselme katkısıyla kıyaslanamayacak 65 metrelik bir yükselme söz konusu.
Ne kadar değişecek?
Alaska, Fairbanks Üniversitesi’nden jeofizikçi Jeff Freymueller Alaska’nın Mezarlık Limanını on yıldan fazla süre önce ziyaret ettiğinde denizaltı grafikleri ona 3 izole adacık göstermişti; ama onun görmüş olduğu ana karaya bağlı üç çimli yarımadaydı. Bunun nedeni bazı bölgelerde deniz seviyesinin her yıl üç santimetre kadar azalıyor olması.
Bu bölgedeki yer tabanı 10.000 yıldır yavaş çekimde yukarı doğru yükseliyor; çünkü son buzul çağda oluşmuş olan buz kütlesi azalıyor ve azalan ağırlıkla kıta yükseliyor.
Yerel deniz seviyesi yüksekliği küresel ortalamadan 3,2 milimetreye kadar çıkan ciddi açıdan farklılığa sahip olabilir. Jerry Mitrovica, Harvard Üniversitesi’nden Jeofizikçi “Bazı yerler ortalama deniz seviyesi artışından 10 kat daha hızlı artıyor” diyor.
Denklemin bir ucunda karaların hareketleri yer alıyor. Kanada’nın Hudson Körfezi bir zamanlar 3 kilometrelik bir buzun altındaydı, bu ağırlıktan kurtulması karanın her yıl bir santimetre yükselmesine sebep oluyor. Dolayısıyla yükselen Kuzey Amerika’ya karşı, güneydeki karalar tersine alçalıyor.
Dere yatakları ve yer altı kanyaklarına ulaşmak için açılan kuyular, Çin’de de örneği yaşanan Sarı Nehir deltasının her yıl 25 santimetre batmasına sebep oluyor.
Büyük kara ve buz kütlelerinin yakınında olan sular yerçekimi sayesinde kıyalara çekilir. Buz kütleleri eridikçe yerçekimi alanı zayıflıyor ve bu da deniz seviyesini değiştiriyor. Eğer Grönland yeterince eriyip deniz seviyesini küresel olarak 1 metre arttırırsa, yerçekimi etkisi Grönland yakınındaki seviyeleri 2,5 metre azaltacak ve uzaktaki kısımları 1,3 metre arttıracak.
Bilim adamları her şehre özel tahmin yapmak istese de akıntılar, rüzgâr kuvvetleri gibi değişim trendi yüksek olan etkenlere bağlı olduğundan bunu yapamıyorlar.
Ne kadar yükselecek?
Tahminlerin çoğu 2100’e kadar olabilir ama bunun kimseyi yanıltmaması gerektiğini söyleyen John Church, IPCC 2013 deniz seviyesi artışı bölümünün yardımcı yazarı; gelecekte de artışlar devam edecek ve bu artışlar 10 santimlerden 10 metrelere yükselecek diyor.
New York Palisades’deki Lamont Doherty Dünya Gözlemevinde görevli marina Jeolojisti Maureen Raymo, birkaç yıldır yolunu Güney Afrika’daki terkedilmiş elmas madenlerinden, Avustralya’daki taş ocaklarından geçirerek 3 milyon yıl önce den kalmış kabuk ve diğer sahil kalıntılarını araştırıyor. Amaçladığı günümüzdeki gibi karbondioksit seviyelerine ulaşıldığı Pliyosen çağdaki gibi, deniz seviyelerini yeniden kurgulayabilmek. Bu ilerisi için Dünya’nın binlerce yıl içinde bugünkü emisyona nasıl yanıt vereceğine dair bir bakış açısı verebilir.
Günümüzdeki Pliyosen Çağ’daki deniz seviyeleri tahminleri çok azdan 40 metreye ulaşabiliyor. Bu en az ile en çok arasındaki farkı Antartika’daki buzun eriyip erimemesi belirliyor. Eriyip erimemesine karşı edinilecek bir bilgi günümüzde bu buzulun birkaç yüzyıl içinde ne kadar hızlı eriyeceğini ya da bir anda mı çökeceğini gösterecek. Büyük hata paylarının ışığında Pliyosen deniz seviyesini bulmanın en iyi yolu birçok alandan alınacak verilerle en uygun sonuca varmak. Raymo ve takımı şimdiye kadar binlerce kilometrelik sahil şeridini inceledi ve düzinelerce sahil bölgesinden veriler topladı. Tahminine göre ise araştırması gereken sekiz farklı nokta daha bulunuyor ve sonuca varmak için 5 yıllık bir zaman gerekiyor.
Raymo’nun itiraf ettiği ise işin sonunda varacağı sonucun en kötü senaryo olmayacağı; çünkü sera gazlarının miktarı Pliyosen dönemdeki miktarın kat kat üzerine çıkmış durumda. “Asıl en kötü senaryo fosil yakıt kullanmayı sınırlamamız ve sonra Eosen’e girmemiz.“ olacağını söylüyor. 55 milyon yıl önceki dünya’ya dönüş, belki kutuplarda var olan az miktarda buz ve kavurucu sıcaklar.
70 metreye yakın deniz seviyesi artışı özgürlük anıtının beline kadar yükselmiş olacak, Florida’nın tamamını ve Brezilya’nın çoğunu yutmuş olacak; ama bu binlerce yıllık bir süre zarfında olacağından insanlığın gerekli önlemleri alması ve yükselmeye uyum sağlaması için zamanı var, bu çoğu toprağı dalgalara teslim etmek demek olsa bile.
Kaynak:http://www.nature.com/news/climate-science-rising-tide-1.13749?WT.mc_id=FBK_NatureNews#/water